Sayfalar

2 Kasım 2020 Pazartesi

Hayatın Kaynağı'ından Seçmeler

O sabah başına gelen şeye ve şimdi önünde uzanan şeylere güldü.

Önündeki günlerin zor günler olacağını biliyordu. Yüzleşmesi gereken sorular, hazırlaması gereken bir eylem planı vardı. Bunları düşünmesi gerektiğini biliyordu. Ama hiç düşünmeyeceğini de biliyordu, çünkü her şey onun kafasında daha şimdiden çok netti. Plan zaten çoktan hazırdı. Ayrıca, canı gülmek istiyordu.
Durumu düşünmeye çalıştı, sonra unuttu. Granite bakıyordu.

Gözleri çevresindeki dünyanın bilincine varınca, artık gülmedi. Yüzü bir doğa yasası gibiydi... Sorgulanamayacak, değiştirilemeyecek. ödün koparılamayacak bir doğa yasası. Elmacık kemikleri çıkık, avurtları çöküktü. Ela gözleri soğuk ve dengeli bakıyordu. Meydan okuyan bir ağız. Sımsıkı kapalı. Bir celladın ya da ermiş bir kişinin ağzı.
***
Howard Roark geçerken insanlar dönüp ona baktılar. Bazıları o geçtikten sonra bile, içlerinde apansız uyanan bir güceniklik duygusuyla bakmayı sürdürdüler. Buna bir neden bulamıyorlardı. Roark'un pek çok kişide uyandırdığı içgüdüsel tepkiydi bu. Ama o hiç kimseyi görmüyordu. Ona göre, bomboştu bu sokaklar. Buradan çırılçıplak geçiyor olsa, zerre kadar kaygı duymazdı.
***
Bayan Keating balkondaydı. Parmaklığa asılı kafesin içindeki iki kanaryaya yem veriyordu. Roark'u gördüğü anda, ufacık tombul eli havada donuverdi. Dönüp merakla baktı. Duruma uygun düşen anlayışlı ifadeyi dudaklarına yerleştirmeye uğraştı, ama bu işin zor çabalar gerektirdiğini açığa vurmaktan öteye gidemedi.
Roark kadını görmeden bahçeyi geçmekteydi. Bayan Keating onu durdurdu.
"Bay Roark!"
"Evet?"
"Bay Roark, o kadar üzüldüm ki ..." Kararsızlık içinde durakladı, "...bu sabah olanlara."
"Neye?" diye sordu Roark.
"Enstitüden atılmanıza. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Duygularınızı ta içimde hissettiğimi bilmenizi istedim."
Durmuş, bakıyordu Roark. Ama Bayan Keating onun kendisini görmediğini biliyordu. Yo, tam da öyle değil, diye düşündü. Her zaman dosdoğru insanların yüzüne bakardı Roark. O lanet olası gözleri hiçbir şeyi kaçırmazdı. Ne var ki, sanki hiç yokmuşlar gibi bir duygu verirdi karşısındakilere. Öylece durur bakardı. Cevap vermezdi.
Bayan Keating devam etti. "Ama dediğim şu; insan bu dünyada acı çekerse, attığı yanlış adımlar yüzündendir. Tabii artık mimarlık mesleğinden vazgeçmeniz gerekecek, öyle değil mi? Ama genç bir erkek nasıl olsa, memuriyette, satıcılıkta, herhangi bir işte hayatını doğru dürüst kazanabilir."
Roark yürümek üzere döndü.
"Bay Roark!" diye seslendi kadın yine.
"Evet?"
"Dekan siz yokken telefonla aradı."
Bu sefer bir duygusal tepki bekliyordu bu adamdan. Duygusal tepki demek, onu çökmüş, yıkılmış görmek demekti. Bu adamın nesi vardı da, içinden hep onu çökmüş, yıkılmış görme isteği kabarıyordu, onu pek bilemiyordu.
"Evet?" diye sordu Roark.
"Dekan," diye tekrarladı kadın kararsız bir sesle. Umduğu etkiyi yaratmaya bir kere daha çabaladı. "Dekanın kendisi, sekreteri kanalıyla aradı."
"Evet?"
"Dekan’ın döndüğünüzde sizi hemen görmek istediğini söyledi."
"Teşekkür ederim."
"Ne istiyor olabilir şimdi sizce?"
"Bilmiyorum."
O, "Bilmiyorum," demişti ama Bayan Keating'in kulağına kesinlikle, "Bana vız gelir," mesajı girmişti. İnanmaz bakışlarla genç adamın yüzüne baktı.
***
Onu evin içinde görmek kadını her zaman rahatsız eder, içinde bir ürküntü uyandırırdı. Sanki Roark bir anda dönüp onun sehpalarını, Çin vazolarını, çerçeveli fotoğraflarını kırıp dökecekmiş gibi. Roark hiçbir zaman böyle bir şey yapma eğilimi göstermemişti. Ama Bayan Keating nedenini bilmeksizin, hep böyle bir şey bekliyordu.
***
Bayan Keating'e nedense hiçbir zaman Roark gerçekten orada yaşıyormuş gibi gelmiyordu. Kadının verdiği en gerekli eşyalara genç adam bir tek şey bile eklememişti. Ne resimler, ne asılı süsler, ne de neşe verici bir insan dokunuşu. Odaya giysilerinden ve çizimlerinden başka hiçbir şey getirmemişti. Giysileri çok az, çizimleri çok fazlaydı. Bir köşeye, üst üste, dağ gibi dizilmişlerdi. Bazen Bayan Keating'e, odada Roark değil de, o çizimler yaşıyormuş gibi gelirdi.
***
"Bay Roark!" dedi yine soluk soluğa. Parmağıyla genç adamın giysilerini gösteriyordu. "Böyle gitmiyorsunuz, değil mi?"
"Neden?"
"Ama o sizin dekanınız!"
"Artık değil, Bayan Keating."
Şok içinde kaldı kadın. Delikanlı bu sözü mutluluk duyuyormuş gibi söylemişti.
***
Dekan öksürerek boğazını temizledi.
"Bu sabahki üzücü olayın beni çok sarstığını söylemem gereksiz," diye başladı sözlerine, "Çünkü herhalde senin iyiliğine ne kadar içten ilgi duyduğumu biliyorsundur."
"Gerçekten gereksiz," dedi Roark.
Dekan ona kuşkulu bakışlarla baktı, ama devam etti.
"Söylememe gerek bile yok, senin aleyhinde oy vermedim. Çekimser kaldım. Herhalde bilmek hoşuna gider, o toplantıda senden yana çıkan çok ateşli savunucuların vardı. Küçük bir grup olmalarına rağmen, son derece kararlıydılar. Yapı mühendisliği profesörün, senin adına bir haçlı seferine çıkmış gibiydi. Matematik profesörün de öyle. Ne yazık ki kovulman için oy vermeyi görev sayanlar, onlardan daha kalabalıktı. Tasarım eleştirmenin Profesör Peterkin, olayı büyük bir sorun haline getirdi. Sen kovulmazsan kendisinin istifa edeceğini söyleyerek bizi tehdit bile etti. Herhalde Profesör Peterkin'e karşı çok tahrik edici davranmış olduğunun farkındasın."
"Farkındayım," dedi Roark.
***
bu sence ödev yapmak mı, yoksa düpedüz itaatsizlik mi?"
"İtaatsizlik," dedi Roark.
***
Şu anda elbette bize karşı öfke hissediyorsundur, ama ..."
"Öyle bir şey hissetmiyorum," dedi Roark alçak sesle. "Sizden özür dilemem gerekiyor. Genelde olayların başıma gelmesine izin vermem. Bu sefer bir hata yaptım. Beni kovmanızı beklememeliydim. Kendim çekip gitmeliydim ... Hem de çoktan."
***
"Beni anladığınızı sanmıyorum," dedi Roark. "Geri dönmek isteyeceğime nereden hükmettiniz?"
"Efendim?"
"Geri dönmem. Burada öğrenebileceğim hiçbir şey kalmadı."
"Seni anlayamıyorum," dedi dekan kasılarak.
"Açıklamamın bir yaran var mı? Artık sizi de ilgilendirmiyor."
"Ne demek istediğini anlat lütfen."
"İsterseniz anlatırım. Ben mimar olmak istiyorum, arkeolog değil.
***
Bir saat öncesine kadar dekan bu görüşmenin mümkün olduğunca sakin geçmesini ummuştu. Oysa şimdi, Roark'un biraz duygu göstermesini istiyordu. Olaylar karşısında böylesine sakin ve mantıklı davranması doğal bir şey değildi. 
"Yani sen bana, eğer bir gün mimar olursan, gerçekten böyle binalar yapacağını mı söylemeye çalışıyorsun?"
"Evet."
"Sevgili oğlum, kim yaptıracak sana o binaları?"
"Mesele orada değil. Mesele, beni kimin engelleyeceğinde."
***
Her biçimin kendi ayrı anlamı vardır. Her insan kendi anlamını, biçimini ve amacını yaratır. Başkalarının neler yaptığı neden bu kadar önemli oluyor? Sırf kendinizin değil diye neden kutsal sayılıyor? Neden sizin dışınızdaki herkes haklı oluyor da bir tek siz olamıyorsunuz? Neden başkalarının sayısı, gerçeğin yerini alabiliyor? Gerçek neden yalnızca bir aritmetik meselesi oluyor... onda da yalnızca toplama işlemi oluyor? Neden her şey eğilip bükülüp mantık dışına çıkarılarak başka şeylere uydurulmaya çalışılıyor? Bir nedeni olmalı. Bilmiyorum. Hiçbir zaman bilemedim. Anlamak isterdim."
***
"Kaç yaşındasın?" diye sordu dekan.
Roark, "Yirmi iki," diye karşılık verdi.
Dekan, "O zaman bağışlanabilir," dedi. Rahatlamış görünüyordu.
"Büyüyünce bunların hepsi geçecek." Gülümsedi. "Eski standartlar binlerce yıldan beri yaşıyor ve hiç kimse de onları daha iyiye götürebilmiş değil. Oysa senin modernistlerin ne ki? Geçici bir moda. Dikkati çekmeye çalışan teşhirciler. Onların meslek hayatını hiç gözlemledin mi? Kalıcı bir seçkinliğe ulaşabilenini hiç gördün mü? Henry Cameron'a bak. Yirmi yıl önce büyük adamdı, başta gelen mimarlardandı. Bugün ne durumda? Yılda bir kere bir oto tamirhanesinin değişim işini alabilirse şanslı sayılır. Bir serseri ve bir sarhoş, üstelik de..."
"Henry Cameron'u tartışmayalım."
"Öyle mi? Onunla dostluğun falan mı var?"
"Hayır. Ama yaptığı binaları gördüm."
"Nasıl buldun peki?"
"Henry Cameron'u tartışmayalım dedim."

"Pekâlâ.
***
Roark'un geçmişiyle ilgili duyduklarını düşündü. Babası Ohio'da bir yerlerde çelik hurdacısıydı ve çoktan ölmüştü. Çocuğun okula giriş kâğıtlarında en yakın akraba kaydı yoktu. Kendisine sorulduğunda Roark kayıtsızca, "Akrabam yok sanıyorum," demişti. "Belki de vardır. Bilmiyorum."
***
Dekan, Roark'un davranışlarında kendisini şaşırtan şeyin ne olduğunu o zaman anladı.
"Biliyor musun?" dedi, "Benim seninle aynı görüşte olup olmadığımı anlamaya biraz önem versen, çok daha ikna edici olabilirsin."
"Bu doğru." dedi Roark. "Benimle aynı görüşte olup olmadığınıza aldırmıyorum." Bunu öyle rahat söylüyordu ki, insana kabalık gibi gelmiyordu. Yeni farkına vardığı bir durumu açıklıyor gibi geliyordu. Şaşırmıştı bile.
"Başkalarının ne düşündüğüne aldırmıyorsun ki buna anlayış göstermek mümkün. Ama onların senin gibi düşünmesini sağlamak bile umurunda değil, öyle mi?"
"Değil."
"Ama bu ... bu canavarca bir şey."
"Öyle mi? Belki. Bilemiyorum."
***

"Başkaları için yaşamaya kalkan kişi, bir bağımlıdır. Amaçları açısından bir
asalaktır, hizmet ettiği kimseleri de asalak haline getirir. Bu ilişkiden doğabilecek tek şey,
birlikte yozlaşmaktır. Kavram olarak imkânsız bir şeydir bu. Gerçek hayatta buna en yakın
olan şey, başkalarına hizmet etmek için yaşayan kişidir ki o da köledir. Eğer fiziksel kölelik
bile iğrenç bir kavram gibi gözüküyorsa, ruhsal kölelik bundan ne kadar daha iğrenç bir
kavram olmalıdır! Savaşta ele geçirilen bir kölenin kendine göre bir gururu vardır. Karşı
koymuştur ve içinde bulunduğu durumu kötü bir şey olarak görmektedir. Ama kendini
kendi isteğiyle köle haline getiren, bunu sevgi uğruna yaptığını söyleyen adam,
yaratıkların en aşağılığıdır. İnsanlığın onurunu düşürmekte, sevgi kavramını
küçültmektedir. Ama hizmet, hayır ve yardım doktrininin altında yatan budur.

***

Herhalde biliyorsundur, mimar olarak işim bitti benim. Yo, fiilen bitmedi, ama 
hemen hemen sonu geldi. Başkaları bu durumda birkaç yıl daha dayanır, ama ben
yapamam. Eski durumum nedeniyle yapamam. İnsanlar beni, olduğumdan başka bir şey
sanmış oldukları için yapamam. İnsanlar aşağıya kayan birini asla bağışlamaz. Onların
hayallerine ayak uydurmak zorundayım. Bunu da ancak, ömrüm boyunca hep yaptığım
gibi yapabilirim. Taşımaya hakkım olmadan elde ettiğim şöhreti sürdürmek için, kendi
çabamla ulaşmadığım bir başarının getireceği, hak etmediğim saygınlığa ihtiyacım var.
Bana son bir şans tanındı. Bunun son şansım olduğunu biliyorum. Yapamayacağımı da
biliyorum. Sana berbat bir şey getirip bunu düzelt demeyeceğim. Senin tasarımlamanı,
benim imza atmama izin vermeni istiyorum.

***
Başkaları için yaşamaya kalkan kişi, bir bağımlıdır. Amaçları açısından bir asalaktır, hizmet ettiği kimseleri de asalak haline getirir. Bu ilişkiden doğabilecek tek şey, birlikte yozlaşmaktır.

Ayn Rand - Hayatın Kaynağı